30 Mayıs 2009 Cumartesi




AŞK SIRRI

''Aşk Tanrının Gözünden Bakabilmektir'' sözünü ilk duyduğumda beni çok etkilemişti, hala da öyle. Şimdilerde okuduğum ‘Mevlana’nın Kızı’ kitabında da benzeri bir vurguyla karşılaştım ; ''sevgi,gerçek sevgi,birine Tanrının penceresinden bakmak gibiydi.Gerisi bağdı ve bağda o pencereden düşmek gibiydi.'' ''insan birini o kişiden hiçbir şey beklemeden ve istemeden sevebilirdi''.Birine bağlandığın,sahiplendiğin,beklenti içine girdiğin an yanlış yola sapmış oluyorsun aşk oyununda:) Hadi bakalım çık çıkabilirsen bu yoldan:) nereye gideceksin? yürüsen bu yoldan,bu yol; kalp kırıklığı,üzüntü,iç sıkıntısı…. getiriyor. Ben bu yoldan çıkmam lazım diyorsun ama bu yoldan çıkacak gücü bulamıyorsun. Şems Tebrizi’ nin dediği gibi; ''kalbin cenneti ararken,ayakların yere basıyor''.Bu zorlu bir yol.Bu zorlu yoldan çıkacak gücü yine kendimiz kendimize vermemiz gerekiyor.Çünkü Aşk oyununda ki sır; yürüdüğün yoldan başka yol yok.O yüzden çıkamıyorsun ve göremiyorsun gerçeği.Bu yol hem bizim çıkmazımız hem de açılımımız.Sır burada gizli.Biz yolun sonunu göremiyoruz diye endişelenirken ve de doğru yolda olmadığımızı düşünürken,yolu göremiyor oluşumuz,üzerinde yürümüyoruz anlamına gelmiyor,hatta tam aksinedir çoğu zaman.Eeee gelelim nasıl başarıyla çıkacağımıza bu aşk oyunundan . Bunları yazarken aynı zamanda çıkış üretiyor beynim, bildiklerini sindirmeye çalışırken,aynı anda da kaleme dökmeye çabalıyorum.Bu yoldayken kendi manevramızı yapıp,bir bilinç açılımıyla tanışıp onun yardımıyla üzerimizdeki yüklerden arınarak yürümemiz gerektiği fısıldanıyor aniden bize.Nedir bu yükler?bu yükler yazının başında bizi sıkıntı,kalp kırıntısı,üzüntü…dolu aşk oyununa sokan yola girmekle başlamıştı.Yani;beklenti içinde olmak,bağlanmak,sahiplenmek,istemek…..tüm bu yükleri omuzlarımızdan,sırtımızdan yolun bir kenarına bırakıp,(kim almak istiyorsa alsın ama işe yaramıyacaktır:)) özgür bir ruh olarak,şeffaf bir ruh olarak( zati öyle olduğunu hayal ediyoruz:)) rüzgarın esintisiyle savrulan bir tüy kadar hafif olarak yürümeliyiz ki bu yoldan,tüm fısıltıları duyabilelim.Duymamız gerekenleri duyup, görmemiz gerekenleri görüp,hissetmemiz gerekenleri hissedebilelim.Yoksa bu sırtımızdaki yükler bizi aydınlık içinde kör ediyorlar ve güzelim AŞK’ın adını kötüye çıkarıyorlar.Oysa ki AŞK’ın hiçbir kabahati yok.O saf,masum,sevgi ve şefkat dolu ve olabildiğince gerçektir. ‘AŞK GERÇEKTİR’.Onun sahtesi olamaz, ona bu lekeyi süren, aydınlık içinde olup ta körleşmiş insanoğlundan başkası değildir. ‘AŞK MASUMDUR’ Aşk oyunu bizim gelişimimiz ve aydınlanmamız için kurgulanmış müthiş bir oyundur. Çözen kazanır.Tabi bu oyunun bir sırrı da sadece bunu mantıkta ve bilinçte çözmek yeterli olmuyor.Çözmek ve içinde ''O'' olmak gerekiyor.Aşk olmak gerekiyor,Aşk yolunda ilerlerken. Bakıyorsun ki bu oyun diye başladığın şey hayatın ta kendisi.Hayat,bir aşk yaratımı.Tanrı bizi Aşk’la yarattı ve ona dönüşümüz yine Aşk’la.Bu hayat yolunda yürürken yaşadığım aşk yada aşklar bir amaç değil,bir araç bizi büyük Aşk’a ulaştıran.Bizim hatamızda bu nokta da düğümleniyor sanırım. Biz amaçla araçları karıştırıp, araçları amaç zannedip onlara bağlanıyoruz, onları sahipleniyoruz ve beklentiler girdabında kendimizi kör kuyularda merdivensiz bırakıyoruz(Münir Nurettin Selçuk ustanıza bir gönderme yapmak istemem ama cümlenin sonu öyle uygun geldi:))Amaç kendimizden geçmekte değil,kendimiz olmakta.Özümüzdeki gerçeği kavradığımızda,kendimize,kendi bilincimize,özümüze yöneldiğimizde,içimizde her hücremizde , kanımızda,damarlarımızda….. Onun(Tanrının) yüceliğini gördüğümüzde,Tanrı bizim içimizde,bizim bilincimizin,Tanrının tapınağı olduğu gerçeğini kavrayıp sindirdiğimizde, tüm dünyaya,insanlığa,canlılara her şeye onun gözüyle bakabiliyor olacağız,büyük bir AŞK ve SEVGİyle.O zaman (gerçek)AŞK la kutsanacağız mutluluk okyanusunda.Yarattığımız bağlar bizi Tanrının penceresinden bakmamızı engelleyen, oradan düşmemizi sağlayan prangalarımız gibi. Bu prangaları yapan da, takanda, şikayet edende biziz işin kötüsü:).AŞK oyununun trajikomik hali bu sanırım:)Tabi tüm bunların sonunda yine diyorum ki kendime, çözümlüyor olmak, olmak halini açıklamıyor.Ya da olmak hali içine sokmuyor insanı. ''olmak olmaktır, olmanın ta kendi olmaktır''.Yolun sonuna vardıracak olanda budur sanırım diyorum haddimi filozof vari bir şekilde aşarak.Bir diğer yanımda diyorki tamam büyük Aşkımız Allah. Herşey ona varacak. Ama biz minik insanlar bu büyük ''amaça'' giderken aşık olduğumuz ''araç''larımızda var. Yani araçları amaç zannettiğimiz ve öyle yaşadığımız durumlar. Bu noktada ne yapacağız? Hiç birbirimizle büyük aşk yaşamıyacakmıyız? Cevap hemen beliriveriyor aklımda, ''Tanrının kendisini hissettirme yöntemleri sonsuzdur''(‘Mevlana’nın Kızı’ kitabından)işte birbirimize duyduğumuz sevgi ve aşkın sırrı’da burada gizli.Birbirimize hissettiklerimiz,o uçarcasına olan o güzel duygulanımların hepsi o yüce gücün ta kendisi.Böylesi muhteşemlikte bir güç.Bizim birbirimize hissettiklerimiz Tanrıya ulaşmanın ve hissetmenin yollarından sadece bir kaçı.Tıpkı güzel bir şarkının,melodisinin bizde yarattığı haz gibi.Sevişirken,varlık içinde kaybolmanın yarattığı his gibi………. Daha birçokları, Tanrının kendisini hissettirdiği yollar, yöntemler. İşte tüm bunların bilincinde olan varlık, amaçla, aracı karıştırmayan varlık, bu amaca giden yolda, yoldaşını kendiliğinden bulacaktır. Yüklerinden arınmış bir şekilde beraber bu yolda ilerleyeceklerdir. Beklemeden, sahiplenmeden, kendiliğinden aynı okyanusa akan iki nehir gibi Aşkı yaşayarak, Aşk’a varacaklardır. Aşk olacaklardır.Artık ortada iki ayrı varlık değil,tek varlık kalacaktır.Mevlana’nın Kızı kitabından bir alıntıyla bitiriyorum sözümü(başka söze gerek yok diyerek);''mumlar hep farklıdır'' diye fısıldar rüzgar, ''ama alev hep aynıdır'' ''sen mumsun, sen alevsin, sen ateşsin, sen neşe ve ışıksın, sen sevgisin, sen hiçliksin''


Münire Mine Arslan

11.08.2008

Saat 18.38

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder